Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İnanmak ve Umut

İnanmanın ne demek olduğunu biliyorum. Yaşam ve ölüm arasında ki süre içinde kurulan hayaller toplamı. Bu hayallerin sonucunda meydana gelen "umut" inanmanın tam anlamı oluyor. Savaşarak kazanılan umut yoktur. Varsa da ben bilmiyorum, görmedim, duymadım. Siz peki? Hiç denk geldiniz mi? Sanmıyorum... Aslında ne güzel şeydir değil mi? Kendini özgür hissediyorsun. Kimse karışamaz diyorsun. Ta ki umut'un içinde olan insan veya insanlardan çıkıp giden olduğunda. O an ölümün geldiğ ini hisseder gibi oluyorsun. Bütün duygularına tecavüz edilmiş, sehpanın üzerine paran bırakılmış gibi hissediyorsun. Ne kadar acı verici bir durum... Gidenler, kalanların halini bilseydi umut en güzel duygu olarak kalırdı. Kimse gitmezdi. Belki gitmeye kıyamazlardı. Bak burada yalan söyledim şimdi. Kıyamayan insan hiç gitmeyi düşünür mü? Düşünmez... Umut kokan sokakların hepsinin sonu yalnızlık sen'fonisi oluyor. Çünkü her şeyi elinden alınan, ölümü hisseden insanlar tutsak olu

Bir, iki geri üç ileri Hayat...

Bir, iki geri üç ileri hayat... Aldığımız her nefeste olduğumuz yerde saymaya niyet etmiş bir halimiz var. Tavrımız neye ve kime? Yaşamak isterken, acı yanlarımıza mı? Yoksa, hikayesi bitmiş hayatlarımıza mı ? Farklı pencerelerden bakmaya çalışmayın. Hayat bana çıplak, size müstehcen mi ? Sanmıyorum... Eğer olmadıysa tekrar sayıp sorabilirim. Bir, iki, üç... Hayat bana çıplak, size müstehcen mi? Sonuç aynı değil mi? Bende öyle düşünmüştüm. Teselliler yalan. Tecrübeler sabit başlık. Alıyorlar bizden umutlarımızı. Alsınlar! Tecrübe dediğim şeyin anlamını öğreniyoruz. İade mi? İrade mi? Seçimi yapma seçeneği veriyor. Tecrübe iade olur ise her şeye canınız yanar. Kahrolur, mahvolursunuz. İrade olursa seçenek, alışıyorsun bütün kötü sonuçlara. Zaman bu süreçte geçtikçe tabi his'siz oluyorsun. Saçma sapan tepkiler vermiyorsun, olaylar karşısında. "Normal" diyerek içinden geçiyorsun. Valla bak! Ben yaşadım biliyorum. Daha doğrusu benim gibi yaşayan herkes

Hiç ve Zaman

... daha o gün anlamalıydım. Düşman gibi davranan zamanın "hiç" olmamız için elinden geleni yaptığını. Umut ve korkunun hiç bir anlam taşımadığı dünya da, zamanın bu kadar değerli olmasının bir anlamı yok. Korkudan da ziyade, sevda'nın hiç anlam taşımadığı dünyada, zaman bu kadar değerli olmamalı. Zaman; Yorar, çaresiz bırakır, tutkularına son verir, umut'unu elinden alır, sevda'nın değerini azaltır... anladınız mı ? Mesela aşık olduğunuz birini karşınızda alımlı şekilde gül düğü an zamanın durmasını istersiniz. Kaybolsun istersiniz zamanın. Başka konaklara uğramasını, seni hür bırakmasını istersin. O'ysa durmaz. Öylece akıp gider. Aşk'ın, zamanla kötüye gittiğini bilirsiniz. Ömür dediğimiz şey dolduğunda, vaadesi dolmuş cümlesi zamanı temsil etmiyor mu ? Ediyor... Aramızda duran düşmanlığın sebebidir aslında zaman. Takvim tutmazlığın sonucunda, unutulamayan anılar, hikayeler, fotoğraflar... Bir zaman sonra kendi içimizde sessizce kıvrılıp kala

Yalnızlık ve Zaman

... Karanlık üstümüze çöktüğü zamanlar elbette olacak. Büyük acılar sonucunda, dipsiz karanlıklara gömüleceğiz. Kimse bilmeyecek bu halimizi. Öyle ki ne bizden giden, ne ihanet eden ne de umutlarımızı paramparça eden hayat ve insanlar... Bıçak yarasından, mermi yanmasından daha beter acıdır bu içimize çöken karanlık. Dile gelmeyen zamanlarda, dile gelmeyen cümleler eşliğinde kalır içimizde. Konuşmak isteriz. Derdimizi anlatsak belki rahatlayacağız diye düşünürüz. Oysa dilin d önmüyor ki. Neyi anlatacaksın. Kendimize bile konuşamaz oluyoruz. Bu hissi herkes anlamaz aslında. Ne demek istediğimi bir ben bir de an'sızın uçuruma düşenler bilir... Takvim tutarsızlığı olur mesela bazı zamanlar. Bir şeyi hesaplarken hayat içinde bir bakarız ki o istediğimiz şey çoktan kayıp oluvermiş. Üstelik zaman kavramının içinde tozlu raflara bile kalkmıştır. O an ansızın gelen sağ aparkat gibi gelir. Yığılıp kalır yüreğin içinde. Kolay kolay kalkamaz ayağa. Yaşam ve ölüm arasında

Aziz Bey ile Tanışma

Bir devrin kapanışına şahitlik ediyorum. Mutluluk çağından, yalnızlık çağına geçiyorum. Bütün her şeyimi alıp gidenden sonra geriye kalan tek şeyin bu olduğunu biliyorum. Devir değişti, yaşam şartları kötüleşti, enflasyon yükseldi, kitap okuma oranı düştü, rakı'nın değeri arttı ve en çokta demli çay ile kendimle muhabbetim yükselişe geçti. Yalnızlığın çaresizce en büyük belirtisi sanırım. Nice büyük dağlar koydun aramıza. Gelesim var, dönesim yok bu yollar dan. Senden öncede yalnızdım. Sen geldin yeni bir çağa açıldım. Her şeyin toz pembe olduğu, hayallerin yeryüzünde cirit attığı zamanlara geçtim. Mutluluk kavramının ruhta nasıl hissedildiğini öğrendiğim zamanlardı, varlığında. Bir gülüşün vardı ki ömrümü seresim geliyordu önüne. Hiç bağlanacağımı düşünmezdim çocuklar gibi. Böylesine devrime uğrayacağımı bilemedim. Oldu... Sen geldikten sonra olmaz dediğim ne varsa en güzel şekilde oldu. Sonra... Bir gece yarısı saat 02:37'de çıkıp gideceğini ilan ettin. Hiç be

Mükemmel Ölüyorum

... mükemmel ölüyorum. Tren raylarının üzerinde yürüyorum. Özgürlüğe mi gidiyorum? Yoksa umut dolu yeni bir dünya'ya mı? İnanın hâlâ düşünüyorum. Kimse yok buralarda. En son trenin uzaktan sesini duymuştum. Ya gelip geçti ya da gelecek. Ama çok güzel burası. Sanırım cevabı buldum. Umut dolu bir dünya'ya 'Merhaba' dedim. Zaman burada gün batımı. Mevsimlerden yaz başlangıcı. Papatyalar ile dolu uçsuz bucaksız, Dünya'nın arka bahçesi gibi. Uzanmışım tertemiz topraklar üzerinde. Sahiden gerçek değil gibi burası. Çok güzel umut dolu. - Burası dünya mı? - Bilmiyorum. Sanırım ölüyorum. Yoksa bu kadar güzellik bir arada olamaz. Evet evet umut dolu bir dünya'ya, özgürlük için göç etmişim. Biraz önce sesini duyduğum tren bunu gerçekleştirmiş. Özgür ve U'mutluyum... Rüzgar Ç. / Mükemmel Ölüyorum